SETA Güvenlik Çalışmaları Araştırmacısı Doç. Dr. Murat Aslan: "Atılması gereken adımlar: Pragmatik bir yaklaşımla; Filistin için öncelikle "ehemin mühime tercih edilmesi", diğer bir ifadeyle krizden çatışmaya evrilen durumun yatıştırılması ama sorunu çözmek üzere tüm tarafları memnun edebilecek adımların süratle atılması gerekiyor. Aksi takdirde insani dramlarla bezenmiş güvenlik sorunlarının pandemi şeklinde ortaya çıkması, yayılması ve hayatlara son vermesi bir döngü olacak. O halde Filistin’de yaşananları tarafsız ve adil bir sonuca ulaştırmak için atılması gereken adımlar ele alınmalı. Meselenin hallinde öncelikle duygularla hareket etme alışkanlığını bir kenara itmek, akil yöntem, söylem ve araçlar kullanmak gerekiyor. Ancak, böyle bir tercih için meseleyi çözme kapasitesi olan üçüncü tarafların sorunun öznesi değil, dışarıdan gözleyeni olması gerekiyor. Uluslararası toplumun "güçlüleri" halihazırda çatışmanın tarafı haline geldiklerinden akil aktörlerin sayısı pek fazla değil. Örnek vermek gerekirse; diaspora nedeniyle İsrail’e koşulsuz destek veren Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Rusya tehdidi nedeniyle ABD’nin duymak isteyebileceğini seslendiren Avrupa, yeni bir kriz çıkınca Ukrayna’yı gündemden düşüren Rusya, Pasifik’teki rekabette rahat bir nefes alan Çin veya milli birliğini yayılmacılık ve İsrail karşıtlığına endeksleyen İran gibi ülkeler an itibarıyla Filistin meselesinin tarafı oldular. Yani adil ve kalıcı barış için oynamaları gereken rolü geri plana attılar. Sorunun doğrudan tarafı olan İsrail, Türkiye’nin bölgede güvenlik ve istikrara katkı sağlayabileceğinin farkında. Ancak İsrail iç siyasetindeki muhafazakarlaşma ve Amerikan garantilerine "aşırı" güven hissi maalesef kısıtlayıcı etki gösteriyor. İkinci Dünya Savaşı’nda soykırıma varan felaketlere ve yakın tarihindeki savaşlara bakılırsa, İsrail’in diplomaside ödün vermesi cesur olmayı gerektiriyor. Ancak İsrail halkının iç ve dış barış olmadan sürekli uçurumun kıyısında yaşamak zorunda olduğu ve artık kalıcı çözümlere yönelmenin gerektiği belirgin. Filistin tarafı dikkate alındığında, Türkiye’nin eli daha da güçlü. Filistin’in iç siyasi uyumunun sorunlu olması bir dezavantaj olarak ortaya çıksa da Türkiye, "İsrail-Filistin" barışında tarafsız ve adil bir yaklaşımı ön plana çıkartabilir. Ayrıca Mısır ve Ürdün gibi bölge ülkelerinin Türkiye ile dayanışma içerisinde olması barış sürecine olumlu bir girdi sağlayabilir. Öte tandan İran ile güdümündeki silahlı grupların böyle bir "barış" sürecine engel olmaya çalışacaklarını görmek gerekir. Tüm olumsuzluklara rağmen, İslam İşbirliği Teşkilatı çatısı altında başlatılacak ve "Medeniyetler Uyumunu" esas alan bir inisiyatifin farkında olmak gerek. Türkiye ve diğer ülkelerin el vererek başlatabileceği bir girişimle halen kör düğüm olmuş İsrail-Filistin meselesi için yeni bir sayfa açılabilir. Türkiye’nin "arabulucu" veya "garantör" misyonlarına hazır olduğunu ilan etmesi de aslında böyle bir niyete emare. Öte yandan İsrail cenahı da tüm akil tarafların ifade ettiği iki devletli çözüme hazır olmak durumunda. Diplomasinin kapsamı sükun bir geleceğin ancak bazı alanlarda geri adım gerektirdiği dikkate alınırsa İsraillilerin cesur kararlar alması gerekiyor. Öte yandan Filistin cenahında da "beyaz sayfa" açma cesareti olmalı. Ancak mevcut gelişmeler böyle beklentileri sadece temenni düzeyinde bırakıyor. Esasen çözüm arzu edildikten sonra onu keşfetmek ve mümkün kılmak zor değil. Ancak her halükarda hem İsrail’in hem de Filistin’in silahları susturması ve böyle bir sürece olumlu yaklaşması gerekiyor. Mevcut koşullar ise tarafları çözümden ziyade çatışmaya yönlendiriyor. Hamas’ın elindeki rehinelerin salıverilmesi ve İsrail’in saldırılarını durdurması, bir ihtimal tarafları geri adım atmaya teşvik edebilir. Aksi halde masum canların yok oluşu devam edecek." AA