Suriye’de 2011’de barışçıl protestolarla başlayan ve daha sonra rejimin sert tepkileriyle iç savaşa dönüşen süreç, bölge ülkeleri için güvenlik, insani yardım ve siyasi istikrar açısından önemli sonuçlar doğurdu. 27 Kasım 2024'te başlayan ve 8 Aralık’ta rejimin düşmesi ve Şam’ın özgürleşmesi ile sonuçlanan yeni süreç ise başta mülteci meselesi olmak üzere ortaya çıkan krizlerin çözümü adına fırsatlar ortaya çıkardı.
Bu noktada, Türkiye ve Arap ülkelerinin ortaklığı yeni bir dönemin kapısını aralayarak Suriye’nin yeniden inşasında önemli bir rol oynayabilir. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Katar merkezli Al Jazeera kanalına verdiği röportajda işaret ettiği üzere bu işbirliği, Suriye’de istikrarın ve iç barışın sağlanması, ülkenin uluslararası sisteme yeniden entegrasyonu açısından kritik bir öneme sahiptir.
Yeniden inşa ve kalkınma
Suriye’nin yeniden inşası ve ekonomik kalkınması adına Katar ve Kuveyt başta olmak üzere Körfez ülkeleri Türkiye ile işbirliği yaparak bölgede önemli roller üstlenebilir. Katar, savaş sürecinde Türkiye ile işbirliği yaparak hem siyasi hem de istihbarı alanda Suriye’nin özgürleşmesinde kritik destek sağladı. Suriye’nin yeniden kalkınması için maddi kaynak sağlama noktasında öncü rol oynayabilecek olan Katar, Halep gibi şehirlerin altyapısının yeniden inşasında etkili bir aktör olarak öne çıkabilir. Ayrıca 2009’da rafa kaldırılan Katar-Türkiye Doğal Gaz Boru Hattı da yeniden gündeme geldi. Bu anlamda gerek Türk şirketlerinin başta Halep olmak üzere Suriye’nin muhtelif şehirlerine yapacağı yatırımlar gerekse Katar’ın yeniden inşa ve kalkındırma adına yapacağı yatırımlar Suriye’nin istikrarına katkı sağlayabilir. Ayrıca, Kuveyt’in insani yardım alanındaki geçmiş deneyimleri ve uluslararası platformlarda bu alanda aldığı ödüller, bu ülkenin Suriye’nin kalkınma sürecine doğrudan katkı sunabileceğini gösteriyor.
Katar ve Türkiye’nin, Suriye’nin uluslararası sisteme entegrasyonu için kuracağı çok boyutlu ilişkiler, bu süreçte öncü rol oynayabilir. Bu işbirliği, maddi kaynak üretiminin yanı sıra diplomatik kanalların açılması, Suriye’nin yeniden inşası ve kalkınması için gerekli uluslararası desteğin sağlanmasında kilit bir işlev görebilir. Bu anlamda Türkiye’nin ve Katar’ın diplomatik temsil atamalarını başlatması ve Bakan Fidan’ın Şam ziyareti Ankara-Doha ortaklığında Suriye’deki yeni yönetimin tanınma sürecini hızlandırabilir.
Körfez’deki diğer küçük devletlerin, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) politikalarını takip ettiği göz önüne alındığında, bu iki aktörle işbirliği yapılması da stratejik bir önem taşıyor. Suudi Arabistan ve BAE’nin bölgesel istikrar ve ticaret noktasında çıkar elde etme arzusu, Suriye’nin yeniden inşasında bu ülkeleri Türkiye ile ortak hareket etmeye teşvik edebilir. Öte yandan iki ülkenin de İran’ın nüfuzunu dengeleme adına Suriye’deki etkinliklerini artırma projelerini hayata geçirmeleri beklenebilir. Örneğin İran’ın rejimin düşmesi sonrası petrol sevkiyatını kesme hamlesine karşı Suudi Arabistan’ın bu boşluğu doldurma yönünde adımlar attığı görülüyor. BAE ve Suudi Arabistan’ın Türkiye ile son dönemde yakaladığı normalleşme ve ilişkilerin konsolidasyon süreci, iki ülkenin Suriye’deki yeni yönetimle sınırlı da olsa angaje olmalarını sağlayabilir.
Geri dönüş
Türkiye’nin Suriye sürecinde işbirliği yapabileceği diğer önemli aktörler arasında Lübnan, Ürdün ve Irak bulunuyor. Lübnan Başbakanı Necib Mikati’nin Türkiye’ye yaptığı son ziyarette olumlu mesajlar vermesi, Lübnan’ın Türkiye’nin Suriye’deki varlığından memnuniyet duyduğuna işaret etmesi açısından oldukça önemlidir. Özellikle Lübnan ve Ürdün, Suriyeli mültecilerin gönüllü, onurlu ve güvenli bir şekilde geri dönüşü için Türkiye ile ortak hareket edebilir. Bu ülkeler, mültecilerin dönüşü için gerekli altyapının sağlanması, istihdam imkanlarının oluşturulması, güvenliğin temin edilmesi ve ortak göç politikalarının belirlenmesi gibi konularda Türkiye ile işbirliği yapabilir.
Irak da hem coğrafi yakınlığı hem de tarihi bağları dolayısıyla Suriye’nin istikrarına katkı sunacak potansiyel bir aktör olarak dikkat çekiyor. Nitekim Suriye’deki istikrarsızlığın doğrudan güvenlik ve göç krizine dönüşüp yansıdığı ülkelerin başında Irak geliyor. Bağdat yönetimi, Türkiye’nin yapıcı rolüne dahil olarak Suriye’nin yeni dönemine katkı sunabilir.
Türkiye ve Arap ülkeleri ortaklığı
Türkiye ve Arap ülkelerinin Suriye’deki ortaklığı, bölgenin uzun süredir karşı karşıya olduğu jeopolitik ve insani krizlerin çözümüne yönelik önemli fırsatlar sunuyor. Bölgesel çatışma alanlarına yerel çözümler üretmek aynı zamanda dış aktörlerin krizlere müdahil olmalarına da ket vuruyor. Filistin dosyasında Türkiye ile işbirliği yapan Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin Suriye sürecinde aktif rol üstlenmek istemesi, bu ortaklığın bölgesel barış ve istikrara yönelik katkısını artırabilir. Özellikle Mısır ve Ürdün, iç kamuoylarındaki dönüşüm taleplerini bastırmak ve uluslararası toplumda barış sürecine katkı sunan aktörler olarak tanınmak istiyorlar.
Türkiye’nin Arap ülkeleriyle işbirliği yaparken belirttiği temel ilkeler arasında PKK/PYD ve DAEŞ gibi terör örgütleriyle mücadele, komşu ülkelere tehdit oluşturulmaması, azınlıklara yönelik yapıcı yaklaşımlar ve kapsayıcı bir yönetim anlayışı yer alıyor. Bu ilkeler, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve siyasi birliğinin sağlanması açısından kritik öneme sahiptir.
Sonuç olarak, Türkiye ve Arap ülkelerinin Suriye’nin yeni döneminde kuracağı ortaklık, bölgenin yeniden inşası ve uluslararası sisteme entegrasyonu açısından hayati bir öneme sahiptir. Katar ve Kuveyt gibi Körfez ülkelerinin kalkınma desteği, Suudi Arabistan ve BAE’nin ekonomik katkıları, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelerin mülteci sorunlarının çözümüne yönelik işbirliği, Suriye’nin geleceğini şekillendirebilecek temel unsurlardır. Türkiye’nin bu süreçte hem bölgesel hem de uluslararası aktörlerle kuracağı dengeli ve yapıcı ilişkiler, Suriye’nin istikrara kavuşmasında kritik bir rol oynayacaktır. Bu ortaklık, yalnızca Suriye için değil, bölgenin tamamı için barış, istikrar ve refah getirebilecek bir model sunuyor.
[Dr. Mehmet Rakipoğlu, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]
*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Islamist Agenda'nın editoryal politikasını yansıtmayabilir.