Analiz

Yerleşimci kolonyalizmin silahları: Bir işgal yöntemi olarak yeşil ormanlar ekolojisi

Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Menderes Kurt, İsrail'in yeşil ormanlar ekolojisi stratejisiyle Filistin topraklarını nasıl işgal ettiğini kaleme aldı.

Yerleşimci bir yapıya sahip olan İsrail, Filistin'deki varlığını görünür kılmak ve bölgeyi Filistinsizleştirmek için birçok yönteme başvurmaktadır. Bu yöntemler öncelikle Filistinlileri yerlerinden etmek ve fiziki olarak bölgeyi işgal etmek üzerinedir. Burada asıl amaç, Filistin varlığının hem fiziki hem de söylemsel anlamda silinmesidir.

Bir yerleşimci tarafından Batı Şeria'daki bir Filistin toprağı işgal edildiğinde öncelikle yapılan şey, o toprakta Yahudilerin "tarihsel miraslarının" olduğuna dair bir söylem oluşturmaktır. Bu söylemi fiziksel olarak kanıtlamak amacıyla yapılan ikinci şey ise arkeolojik sit alanı oluşturarak, işgal edilen yerin gerçek görünümünü ve aitliğini ortadan kaldırmaktır. İsrail, işgalini örtmek için insanları sürme, maddi izleri yok etme, sit alanı oluşturarak bölgeyi özel alana çevirme gibi birçok yöntem kullanıyor ve bu yöntemler İsrail'in kuruluşundan beri aynı şekilde devam ediyor.

Yeşil ormanlar ekolojisi

İsrail işgalini örtmek amacıyla kullanılan bir diğer yöntem ise yeşil ormanlar ekolojisidir. Yeşil ormanlar ekolojisi yöntemi, İsrail'in kuruluşundan itibaren işgal ettiği topraklara ve yerinden ettiği Filistinlilere dair izleri görünmez kılmak için kullandığı yöntemlerden biridir. Bu yöntemle, ormanlaştırmanın yerleşimci kolonyalist bir ülkenin elinde nasıl bir işgal silahına dönüştüğünü görebiliriz.

İsrail'in çevrecilik söylemi ve uygulamaları, Filistin halkına yönelik sömürgeci projesinin ayrılmaz bir parçasıdır. "Yeşil Sömürgecilik" olarak adlandırılan bu durum, apartheid devleti İsrail'in, Filistin halkının izlerini ortadan kaldırmak ve topraklarını gasbetmek için çevreciliği nasıl araçsallaştırdığını ortaya koymaktadır. İsrail'in, ulusal parklar, ormanlar ve doğa rezervleri gibi "korunan alanlar" oluşturmasının ardında yalnızca çevreyi koruma amacı yoktur. Aksine bu çaba 4 temel sömürgeci hedefi gerçekleştirmeye yönelik stratejik bir araçtır.

4 temel sömürgeci hedef

Bu hedeflerden ilki, arazi gaspını meşrulaştırmaktır. İsrail, korunan alanlar ilan ederek Filistin topraklarını kendi kontrolü altına almakta ve bu durumu çevreyi koruma gerekçesiyle meşrulaştırmaktadır. İsrail, bu alanları "yeşil koloniler" olarak adlandırmakta ve bunları Filistinlilerin yoğun olarak yaşadığı stratejik bölgelerde yoğunlaştırmaktadır. Örneğin Kudüs bölgesi, işgal altındaki Batı Şeria ve Golan Tepeleri, Güney ve Kuzey Filistin, bu yoğunlaşmanın görüldüğü yerlerdir.

Hedeflerden ikincisi ise Filistinli mültecilerin dönüşünü engellemektir. İsrail tarafından işgal edilen alanlarda, Filistinli mültecilerin evlerine ve topraklarına dönme hakları hem fiziksel hem de sembolik olarak engellenmektedir. Yeşil hat boyunca ağaç dikilmesi ve Filistinlilerin sürüldüğü köylerin üzerine ormanlar kurulması gibi uygulamalar, mültecilerin dönüş umutlarını zayıflatmayı ve dönüşlerini fiilen zorlaştırmayı amaçlamaktadır.

Hedeflerden üçüncüsü ise Filistin'i Yahudileştirmek ve tahrif etmektir (Dehistorisasyon). İsrail, işgal edilen alanlar aracılığıyla Filistin'in tarihini silmeyi, Filistin kimliğini yok etmeyi ve İsrail baskısına karşı direnişi bastırmayı hedeflemektedir. "Çölü yeşillendirme" miti kullanılarak Filistin'in tarihi ve Filistinlilerin toprakla ilişkisi göz ardı edilmekte, yerli olmayan ağaç türleri dikilerek peyzaj Avrupalılaştırılmaktadır. Boşaltılan köylerin üzerine ormanlar dikilerek, bu köylerin varlığı ve Nakba olayı örtbas edilmeye çalışılmaktadır. Park tabelalarında ve tanıtım materyallerinde Arapçanın eksikliği ve Filistin tarihine yapılan sınırlı ve çarpıtılmış atıflar da bu sürecin parçasıdır.

Hedeflerden dördüncüsü ise apartheid imajına yeşil badana yapmaktır (Greenwashing). İsrail, çevrecilik söylemini kullanarak uluslararası alanda olumlu imaj çizmeye çalışmakta ve Filistinlilere yönelik apartheid politikalarını gizlemeyi amaçlamaktadır. Yahudi Ulusal Fonu (JNF), bu yeşil badana sürecinde merkezi bir rol oynamaktadır. JNF'nin ağaç dikme faaliyetleri ve kendisini çevreci bir sivil toplum kuruluşu (STK) olarak tanıtması, küresel kamuoyunda İsrail'in çevreci bir ülke imajı yaratmasına katkıda bulunmaktadır. JNF, aslında siyonist sömürgeciliğin bir öncüsü ve uzantısıdır. İsrail'in kendisini çevreci bir lider, LGBT hakları savunucusu ve vegan dostu olarak sunma çabaları da bu yeşil badana stratejisinin bir parçasıdır.

Sömürgeciliğin kökleri ve JNF

İsrail'in yeşil sömürgeciliğinin kökleri, siyonizm ve Batı çevreciliği tarihinde kendisine yer bulmaktadır. Siyonizm, Avrupa kökenli bir yerleşimci sömürgeciliği projesi olarak Filistin'i hedeflemiş ve Filistinlileri topraklarından sürmeyi amaçlamıştır. Batı çevreciliği ise sömürgeci güçler tarafından kaynakları korumak ve sömürü düzenlerini sürdürmek amacıyla geliştirilmiş, beyaz üstünlüğünü, patriyarkayı ve kapitalizmi destekleyen bir ideoloji olarak şekillenmiştir. Biyomerkezcilik gibi Batı çevreciliğinin temel özellikleri, insanı doğadan ayrı gören ve genellikle yerli halkların haklarını göz ardı eden yaklaşımlara yol açmıştır.

JNF, 1901 yılında siyonist hareket tarafından Filistin topraklarını Yahudi yerleşimi için satın almak amacıyla kurulmuştur. JNF'nin kuruluş amacının ötesinde, çevreci görünümlü faaliyetlerinin dahi sömürgeci bir arka plan taşıdığı açıktır. Zira, Filistin topraklarına ağaç dikme faaliyetleri bile o arazileri gelecekteki Yahudi yerleşimi için "dondurma" stratejisi olarak görülmüştür. Bu durum, JNF'nin çevrecilik söylemini, sömürgeci amaçlarını gizlemek için nasıl kullandığını açıkça göstermektedir.

Nitekim JNF, geniş miktarda gasbedilmiş araziyi bünyesine geçirip kendisini çevreci bir STK olarak konumlandırarak, İsrail'in toprak gasplarına yönelik uluslararası tepkileri bastırmada etkili rol oynamıştır. Öyle ki, kuruluşundan bu yana Filistin topraklarının büyük bölümünü ele geçiren JNF, zamanla 1948 Filistini'nin yüzde 93'ünü kontrol eder hale gelmiş ve bu arazinin yüzde 80'ini İsrail Arazi İdaresi Konseyinin diğer üyeleriyle birlikte yönetmiştir.

JNF'nin dünya çapında dağıttığı bağış kutuları, ideolojik değişimin simgesi olmuş, önce işgal altındaki Filistin'i İsrail toprağı olarak gösteren haritalar kullanılırken, zamanla Yahudi gençlerin "toprak ıslahına" katkısını vurgulayan çevreci görsellere yer verilmiştir. İsrail, tüm ormanları "korunan alan" ilan ederek bu bölgeleri sömürgeleştirme stratejisinin parçası haline getirmiştir. JNF ise yalnızca toprak edinmekle kalmayıp, siyonist sömürgeciliğin öncüsü ve ayrılmaz unsuru olmuştur.

Filistin topraklarının sistematik dönüşümü, İsrail'in kuruluşuyla başlayan etnik temizlik ve ardından gelen yeşil kolonizasyon politikalarıyla yakından ilişkilidir. Nakba sırasında 531 köy yok edilirken, 11 mahalle etnik temizliğe uğramıştır. Bu yok edilen köylerin yaklaşık yüzde 44'ü İsrail tarafından turizm ve rekreasyon alanlarına, özellikle yeşil kolonilere dönüştürülmüştür. Örneğin Dishon, Alma, Amqa, Ayn al-Zaytun, Qaddita ve Biriyya köyleri bugün Birya Ormanı'nın altında kalmıştır. Ayn Hicli köyü sembolik olarak geri kazanılmaya çalışılırken, Müjaydil köyünde ise JNF'nin diktiği çamlara rağmen zeytin ağaçlarının filizlenmesi yerli direnişi simgeliyor.

İsrail, Filistin topraklarının yüzde 78'ini işgal edip Batı Şeria ve Gazze’yi 1967'de ele geçirerek yerleşimci kolonisini genişletmiş, doğa koruma adı altında milli parklar ve rezervler kurarak Kudüs, Batı Şeria, Golan Tepeleri gibi bölgelerde demografik ve ekolojik kuşatma stratejisi izlemiştir. Özellikle Golan Tepeleri'nde kolonileştirilen toprakların yüzde 24'ü koruma alanı olarak tanımlanmıştır. Ekolojik restorasyon görüntüsü altında gerçekleştirilen bu projeler, Filistin topraklarını fiziksel, kültürel ve tarihsel olarak işgal etmeyi amaçlayan daha geniş bir sömürgeci planın parçasıdır.

[Menderes Kurt, Mardin Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesidir.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Islamist Agenda'nın editoryal politikasını yansıtmayabilir.