Suriye’nin iç savaşla sarsıldığı, siyasi istikrarsızlığın içinden çıkılamaz boyutlara ulaştığı bir dönemde uluslararası toplumun radarına giren bu yüksek güvenlikli cezaevi, sayısız insan hakları ihlalinin ve vahim savaş suçu iddialarının odak noktası haline gelmiş durumda.
1980’lerin sonlarında inşa edildiği bilinen Sednaya Hapishanesi, Hafız Esad döneminde muhalif seslerin sindirilmesi amacıyla kullanılmış, ancak o dönemde yaşananlar dahi Beşar Esad rejimi altında ortaya atılan korkunç iddiaların gölgesinde soluk kalır hale gelmiştir. 2011’de başlayan halk ayaklanmaları ve ardından tırmanan iç savaş süreci, ülkenin cezaevlerini rejimin muhaliflere, gazetecilere, sivil toplum aktivistlerine, hatta sıradan vatandaşlara karşı kullandığı acımasız araçlara dönüştürmüştür. İşte Sednaya Hapishanesi, bu politikanın en karanlık tezahürlerinden biri olarak dünya sahnesindeki yerini aldı.
Hapishanenin coğrafyası, Mimari yapısı ve izolasyonu
Sednaya kasabasının yüksek rakımlı, ulaşımı zor bölgesinde konumlanan bu hapishane, çevresini saran duvarlar, dikenli teller, güvenlik kuleleri ve stratejik askeri noktalarla neredeyse dış dünyadan mutlak bir şekilde koparılmıştır. Çevredeki sert coğrafi koşullar, hapishanenin izole yapısını destekleyerek, burada yaşananların dışarıya sızmasını en aza indirmekte, içerideki gerçekliğin yalnızca kulaktan kulağa aktarılan tanıklıklar, gizlice kaçırılan belgeler veya uluslararası örgütlerin ısrarlı çabalarıyla gün ışığına çıkabilmesine izin vermektedir.
Hapishane kompleksinin “Kırmızı Bina” ve “Beyaz Bina” olarak bilinen iki ana kısma ayrıldığı sıklıkla dile getirilir. İddiaya göre, Kırmızı Bina daha ağır işkencelerin, sorgulamaların, infazların ve sistematik kötü muamelenin merkezi olurken, Beyaz Bina nispeten farklı kategorilerdeki tutukluların kaldığı, ancak yine de insanlık onurunu ayaklar altına alan koşulların hakim olduğu bir diğer yapı olarak tarif edilmektedir.
Tutukluların profili: Muhaliflerden tesadüfi gözaltılara
Sednaya Hapishanesi’ne düşmek için politik bir muhalif, gazeteci, insan hakları savunucusu, STK çalışanı veya rejimin resmi çizgisinden sapmış bir kişi olmanıza gerek yoktur. Sahadaki tanık anlatıları, bazen rastgele tutuklamaların, bazen komşuların veya akrabaların rejim güçlerine asılsız ihbarlarının, bazen de cep telefonunda rejim karşıtı bir haber okumanın bile Sednaya’ya giden yolun başlangıcı olabileceğini göstermektedir. Bu keyfîlik, hapishaneyi iç savaşın arka planında korku salan bir hayalet haline getirir. İnsanlar, çarpık bir muhbirlik sistemi ve cezasızlık kültürü içinde, Sednaya’da kaybolabileceklerini bilerek her adımlarını atar hale gelir.
Sistematik işkence ve infazlar: Korkunun endüstrileşmesi
Uluslararası Af Örgütü’nün 2017’de yayımladığı “Human Slaughterhouse” (İnsan Mezbahası) raporu, Sednaya’da 2011 ile 2015 yılları arasında 5 binden fazla kişinin gizli infazlarda öldürüldüğünü iddia etmektedir. Bu infazlar çoğunlukla gece yarılarında, mahkûmların gözleri bağlı şekilde mahkemeye benzetilmeye çalışılan göstermelik ortamlarda “yargılanması” sonrasında gerçekleşmektedir. Adil yargılanma, savunma, itiraz hakkı gibi temel hukuk prensiplerinin esamesi dahi okunmamaktadır. Bu “yargılamaların” sonucu neredeyse her zaman aynı olmakta.
İnfazlar sonrasında cesetlerin hızla toplu mezarlara gömüldüğü, kimlik tespitinin imkânsızlaştırıldığı, bazen de cesetlerin bilinmeyen bölgelere götürülerek yakıldığı iddiaları, kayıpların akıbetini saptamayı zorlaştırmaktadır. Bazı raporlar, infazların haftanın belirli günlerinde sistematik olarak uygulandığını, gece yarıları 20 ila 50 arasında tutuklunun asılarak öldürüldüğünü ve bunun bir rutin haline geldiğini ileri sürmektedir.
İşkence yöntemleri: Fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet
Sednaya’da işkencenin bir “standart prosedür” olduğu pek çok bağımsız rapor ve tanık beyanı tarafından dile getirilir. Elektrik şokları, kaba dayak, kemik kırılmaları, tırnak sökmeler, uykusuz bırakma, açlıkla terbiye etme, su ve temel hijyenik ihtiyaçların uzun süre kısıtlanması, havasız ve dar hücrelerde topluca barındırma gibi metotlar, betimlenen vahşetin yalnızca bir kısmıdır. Psikolojik işkence, sürekli bağırışlar, aşağılayıcı hakaretler, ırkçı, mezhepçi veya cinsiyetçi küfürlerle beslenir.
En korkunç iddialardan biri de cinsel şiddetin, özellikle kadın tutuklular üzerinde sistematik bir şekilde uygulandığıdır. Kadınlar, gardiyanlar, sorgucular veya hapishanede pozisyon sahibi başka kişiler tarafından tecavüze, cinsel tacize, fiziksel ve psikolojik baskıya maruz kalmaktadır. Bu eylemler çoğu kez sadece bir sapkınlık dürtüsü değil, aynı zamanda bir “silah” olarak kullanılmaktadır. Cinsel şiddet, kurbanların kişiliğini, iradesini ve direncini kırmaya, aynı zamanda toplumun geri kalanına bir gözdağı vermeye hizmet eden bir korku aracıdır.
Organ kaçakçılığı iddiaları ve Dr. Abdülkerim Haddâd vakası
Sednaya’ya dair son yıllarda ortaya atılan bir diğer korkunç iddia, tutukluların organlarının yasadışı yollarla çıkarılarak kara borsada satılmasıdır. Bu, uluslararası hukuk ve insanlık vicdanı açısından tarif edilmesi güç, dehşet verici bir suçtur. Sosyal medyada ifşa olan ve uluslararası basına da yansıyan bazı tanık ifadeleri, Sednaya Hapishanesi’nde görevli olduğu öne sürülen Doktor Abdülkerim Haddâd isimli bir şahsın, infaz edilen mahkûmların organlarını çıkararak organ mafyasına pazarladığını ileri sürmektedir. Aynı ifşaatlar, Haddâd’ın cezaevindeki kadın tutuklulara tecavüz ettiğini de övünerek anlattığını aktarmaktadır. Bu iddialar henüz bağımsız kaynaklarca doğrulanmış değil; ancak Suriye’deki iç savaşın kaotik ortamı, bağımsız soruşturmalara erişim imkânsızlığı ve bilgiye ulaşmayı engelleyen sistematik çabalar bu tip iddiaların aydınlatılmasını son derece zor kılmaktadır.
Ailelerin dramı: Kaybolan yakınların akıbeti
Sednaya’da tutuklu bulunduğu veya kaybolduğu düşünülen binlerce insanın ailesi, yıllardır belirsizlik içinde yaşamaktadır. Kimi aileler çocuklarının nerede olduğunu öğrenmek için rejim görevlilerine rüşvet vermeye zorlanır, kimileri bu konuda sorgulama yaptığında tehdit edilir, kimileri ise sadece sessizliğe mahkûm edilir. Bazı aileler uluslararası kuruluşlara başvurarak kayıpların akıbetini sormaya çalışsa da, çoğunlukla ellerine somut hiçbir bilgi geçmez. Bu belirsizlik, sevdiklerinin akıbetini bilemeyen insanlarda derin bir ruhsal travma ve bitmek bilmeyen bir yas süreci yaratmaktadır. Korku, belirsizlik ve acı, Sednaya Hapishanesi’nin sadece içeridekileri değil, dışarıda bekleyenleri de esir almış durumdadır.
Ceasar Belgeleri ve Uluslararası Kamuoyunun Tepkisi
2013’te “Ceasar” kod adlı bir askeri polis fotoğrafçısının Suriye’den sızdırdığı binlerce fotoğraf, Sednaya ve benzeri cezaevlerinde yapılan işkencelerin kanıtı olarak uluslararası kamuoyuna sunuldu. Bu fotoğraflarda açlıktan ölmüş, işkence izleri taşıyan, gözleri oyulmuş, boğularak öldürülmüş, vücudunda yanık ve kırık izleri bulunan cesetler belgelenmiştir. Uluslararası uzmanlar, fotoğrafların büyük çoğunluğunun orijinal olduğunu doğrulamış, ancak Suriye Hükûmeti bu belgeleri sahte veya “dış mihrakların komplosu” olarak nitelendirerek suçlamaları reddetmiştir. Buna rağmen, Ceasar fotoğrafları uluslararası arenada büyük yankı uyandırmış, BM ve insan hakları kuruluşları Suriye’de işlenen suçların aydınlatılması için daha güçlü adımlar atma çağrısında bulunmuştur.
Uluslararası hukuk, hesap verebilirlik sorunu ve veto engelinin gölgesi
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Suriye’de işlenen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar konusunda potansiyel bir yargılama mercii olsa da, Suriye’nin UCM’ye taraf olmaması, Rusya ve Çin’in BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetoları, uluslararası hukukun işletilmesini felç eden bir siyasi dinamik yaratmaktadır. Bu durum, Sednaya’da ve diğer cezaevlerinde yaşanan ihlallerin cezasız kalmasına, sorumluların yargılanmaktan kaçmasına neden olmaktadır. Batılı ülkeler ve insan hakları grupları yaptırım listeleri, diplomatik baskı, medya kampanyaları, tanıklık toplama ve arşivleme çabalarıyla bu tabloyu değiştirmeye çalışsa da, mevcut jeopolitik gerçeklikler hesap verebilirliğin sağlanmasını neredeyse imkânsız kılmaktadır.
Gazetecilik, araştırma ve bilgiye erişimdeki engeller
Suriye’deki savaş koşulları, uluslararası medya mensuplarının Sednaya Hapishanesi’ne veya benzeri cezaevlerine doğrudan erişim sağlamasını neredeyse imkânsız hale getirmiştir. Gazeteciler, araştırmacılar ve insan hakları savunucuları, güvenlik tehlikeleri, bürokratik engeller, tehditler ve bilgi kirliliği içinde çalışmak zorunda kalmaktadır. Dolayısıyla Sednaya hakkında bilinenlerin büyük bölümü, kaçmayı başaran eski tutukluların anlatıları, sızdırılan belgeler, uluslararası STK’ların topladığı tanıklıklar ve bazı hükûmet içi kaynaklardan edinilen bilgilerden oluşmaktadır. Bu parçalı ve doğrulaması güç veri seti, Sednaya Hapishanesi’nin gerçek boyutlarını tüm açıklığıyla ortaya koymayı güçleştirmektedir. Yine de mevcut veriler, hapishanede insanlık onurunun sistematik biçimde ihlal edildiğini kanıtlayacak kadar korkunçtur.
Bölgedeki jeopolitik dinamikler: Hesap verebilirliğe engel olan faktörler
Suriye rejimi, Rusya ve İran gibi bölgesel ve küresel aktörlerin desteğiyle iktidarını korumayı başarmış, bu da uluslararası baskıların etkinliğini büyük ölçüde azaltmıştır. Rusya’nın Suriye sahasındaki askeri varlığı ve diplomatik hamleleri, BM Güvenlik Konseyi’nde rejimi korumaya yönelik vetolarla birleştiğinde, Sednaya’da yaşananların uluslararası bir mahkemede ele alınması seçeneğini fiilen sıfıra yaklaştırmaktadır.
Öte yandan, Avrupa’da ve dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan Suriyeli diasporalar, insan hakları savunucuları, STK’lar ve aktivistler, belge toplama, tanık beyanlarını kayıt altına alma, dijital hafıza bankaları oluşturma gibi faaliyetlerle ileride kurulabilecek uluslararası veya bölgesel bir mahkemede kullanılabilecek kanıtları muhafaza etmeye çalışmaktadır. Bu gayret, gelecekte bir gün hesap verebilirliğin mümkün olabileceği umudunu diri tutmaktadır.
Akademik araştırmalar ve hafıza mekanizmaları
Akademisyenler, araştırmacılar ve hukuk uzmanları, Sednaya Hapishanesi örneği üzerinden devlet destekli şiddetin nasıl kurumsallaştığını, adalet mekanizmalarının nasıl felç edildiğini, uluslararası toplumun hangi yapısal sorunlar nedeniyle insani krizleri durdurmada başarısız olduğunu tartışmaktadır. Bu akademik çalışmalar, aynı zamanda çatışma sonrası adalet, uzlaşı, hafıza çalışmaları, mağdur destek programları ve toplumsal rehabilitasyon projelerinin tasarlanmasında yol gösterici olabilir. Sednaya’nın karanlık tarihi, sadece bir insanlık dramı değil, aynı zamanda uluslararası hukuk ve insan hakları rejiminin zafiyetlerine ayna tutan bir laboratuvar işlevi de görmektedir.
Bitmeyen kabus, bitmeyen arayış
Sednaya Hapishanesi, Suriye’deki savaşın ve baskıcı yönetim pratiklerinin kanlı bir özetidir. Burada yaşandığı iddia edilen işkenceler, toplu infazlar, kaybolmalar, cinsel saldırılar, organ kaçakçılığı, adaletin tamamen ortadan kalktığı bir cezasızlık kültürünün zirvesini temsil etmektedir. Bu karanlık tablo, uluslararası toplumun sorumluluğunu, kurumların yetersizliğini, güç dengelerinin acımasız gerçekliğini bir kez daha gözler önüne sermektedir.
Sednaya’da yaşananların aydınlatılması, sorumluların yargılanması ve mağdurların haklarını elde etmesi, mevcut jeopolitik konjonktürde belki de hayal gibi görünüyor. Yine de uluslararası insan hakları örgütlerinin ısrarlı çabaları, diaspora topluluklarının belge toplama gayretleri, medyanın ve araştırmacıların konuya dikkat çekmeye devam etmesi, bir gün hesap verebilirliğin sağlanabileceği umudunu ayakta tutmaktadır. Bu umudun kendisi, Sednaya Hapishanesi’nin soğuk duvarları ardında unutulmaya terk edilmiş kurbanlar için belki de tek tesellidir. Dünyanın bu karanlık hakikatle yüzleşmesi, gelecekte benzer trajedilerin önüne geçmek için kritik bir adım olmaya devam ediyor.
Daily Ummah